Sayfalar

10 Ocak 2016 Pazar

Margot Bucak, Emin Bey'i anlatıyor

English
 
Peki Emin Bey özel yaşamında nasıl bir insandı?

Ayşe İlhan onun ikinci eşi. Ayşe Hanım'ın ilk eşi de annemin dayısıydı ve iki oğulları vardı: Süreyya ve Işkın Bucak.

Süreyya Ağabey ile hayatımız boyu çok az görüşebildik ama epeyce yazıştık. Çünkü o yıllardır Amerikalı eşi Margot, çocukları ve torunlarıyla Amerika'da yaşıyor. Sevgili Margot'dan Emin Bey'le ilgili anılarından bahsetmesini rica ettim. O da memnuniyetle kabul etti ve yazdı. Evliliklerinin ilk yıllarında Süreyya Ağabey ile Ankara'da, sonra da birkaç yıl İstanbul'da yaşadılar. Tanıştığımızda Margot Robert Kolej'de gencecik bir öğretmendi.

Ve Margot Bucak'ın mektubu:

Geçenlerde Süreyya ile Emin Bey hakkında konuştuk. Anımsadıklarımız çoğunlukla onun özel yaşamıyla ilgiliydi.

Emin Bey (Erwin Lahn) katolikti. Viyana'da büyüdü. Babası polisti diye biliyorum. İlk eşi Rosa Epstein yahudi idi. Emin Bey, Hitler'in Avusturya'ya saldırmasından sonra eşinin hayatından endişe duymaya başlamıştı. Yahudiler için tehlikeli bir ülkeydi artık orası. O da karısıyla birlikte Türkiye'ye göç etti. 30'lu yıllardan itibaren Türkiye'de saha çalışmalarına ve fay hatları hakkında araştırmalara başladı. Türkiye'yi çok sevdi.

Emin Bey'in babası aslında II. Dünya Savaşı sırasında ölmüş; o ise “Bütün yemekleri karısı silip süpürdüğü için açlıktan ölüp gitti zavallı!” diye şaka yapardı her zaman. Bir süre sonra annesini de Türkiye'ye getirdi, birlikte yaşamaya başladılar. Süreyya, “Annesi çok şişman bir kadındı.” diyor.

Karısı Rosa Emin Bey'den büyüktü ve şeker hastasıydı. Bir süre Süreyya ve ailesiyle aynı apartmanda oturdular. Süreyya'nın annesi Ayşe Hanım ve Rosa burada arkadaş oldular. Aralarında Fransızca konuşuyorlardı.Rosa'nın Yunanlı ve Avusturyalı arkadaşları da vardı. Emin Bey Almanca dışında İngilizce, Türkçe, İtalyanca ve Fransızca da konuşuyordu.

Yıllar sonra Süreyya'nın annesiyle babası ayrıldılar, Rosa öldü. Bir gün Emin Bey'le Ayşe Hanım Kızılay'da karşılaştılar. Bir süre sonra da evlendiler. Nikah şahitleri Emin Bey'in jeolojiden meslektaşı, iş arkadaşı olan Milli Kütüphane müdürü Adnan Bey'di. Evlenmeden önce Emin Bey, Ayşe Hanım'ı memnun etmek için Müslüman olmuş ve Erwin Lahn olan adını, Emin İlhan olarak değiştirmişti. Ayşe Hanım ise Emin Bey'in bunu yapmasına izin verdiği için sonradan çok pişman olacaktı. Yayınlarında Erwin Lahn ismini kullanıyordu. Bununla ilgili, ben öldüğüm zaman bu Erwin'e ne olacak merak ediyorum, diye şaka yapardı insanlara.

Emin Bey'in annesi epey uzun yaşadı. Emin Bey ikinci evliliğinden sonra bile her akşam yemeğini annesinin evinde, onunla birlikte yedi. Öyle bir insandı ki, hayatı boyunca daima kendinden fedakarlık etti ama hiçbir zaman yakınmadı. Sorumluluk üstlenmekten de kaçınmazdı. Süreyya Robert Kolej'de okurken okul taksitlerini hep o ödedi. Daha sonra ODTÜ'de okurken bile okul masraflarını karşıladı. Almanlardan nefret ettiği halde, Işkın (Ayşe Hanım'ın küçük oğlu) Almanya'da üniversitedeyken hastalandığında yine o koştu yardımına... Süreyya onun Amerikalıları hiç sevmediğini söylemişti ama bu duygusunu bana asla hissettirmedi. Son derece nazik bir insandı.

Klasik Batı müziği dinlemekten hoşlanırdı. Strauss hakkında komik hikayeler anlatırdı. Pul koleksiyoncusuydu. Çiçek yetiştirmekten, bahçeyle uğraşmaktan büyük zevk alırdı. Fakat Ayşe Hanım evin içinde fazla çiçek istemediğinden balkondaki kaktüs koleksiyonuyla yetindi. Sonunda Akçay'da bahçeli bir ev satınaldılar da bahçeli yaşama kavuştu.

Her noelde meyveli pasta yapar, çocukluk oyuncaklarını ortaya çıkarırdı. Sosyalist eğilimli bir Avusturya gazetesine üye olmuştu. Akşamları Ayşe Hanım Cumhuriyet'i okurken o da kendi gazetesini okurdu... Çarşıya pazara gidip mutfak alışverişi yapmayı çok severdi. Aldıklarını Ayşe Hanım asla beğenmez, bayat bunlar, pahalı almışsın, ... diye eleştirirdi.. Süreyya da, aynı şeyi bana yapardı. Oysa biz Emin Bey'le ikimiz her çeşit Türk yemeğini severdik. Seyyar satıcılardan yiyecek alıp yemeye bayılırdık. Ayşe Hanım dışarda yemek konusunda da seçiciydi. Belli yerlere gider, belli yemekleri tercih ederdi.

Meslek hayatıyla ilgili fazla bir bilgim yok. Süreyya onun Kömür İşletmelerinde çalıştığı söylüyor. Ben Türkiye'ye geldiğimde ise Petrol İşletmelerinde çalışıyordu. Meslektaşlarından çoğu masa başında oturup maaşlarını alır; yaz aylarında Marmaris'teki kampa gider, tatil yaparlardı. Böylelerini sevmez, jeologların mutlaka saha çalışması yapmaları gerektiği fikrini savunurdu. Bir de fay hatları üzerine apartman diken müteahhitlere çok kızardı.” 

Teşekkürler sevgili Margot


English

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder